Buraya uzun bir giriş yazısı yazabilirim ama söz kalabalığı etmeye hiç gerek yok çünkü Atilla İlhan söylenmesi gerekeni çoktan söylemiş: "Çünkü ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili." Sevdanın ayrılık evresinde olanlar için, naçizane benim bildiğim, aşk acısı çekerken dinlenecek kimi güzel şarkılar... Buyurunuz efendim. Müslüm Gürses - Nilüfer Bu şarkıdan bahsederken hep şöyle derim: "Türk müziği literatüründe yazılmış, bestelenmiş ve söylenmiş en güzel 5 şarkıdan biri." "Diğer 4'ü ne?" diye soracak olursanız hiçbir fikrim yok ama bu şarkının "en güzel Türkçe şarkılar ilk 5"ine elini kolunu sallayarak gireceğinden hiç şüphem yok. Ben böyle şeyler söyleyince bir arkadaşım hep şunu der: "Türk müziği otoritesi kavuniçi balık konuştu." Öyle iddialı, buyurgan bir şey gibi geliyorsa söylediğim affola. Ama Murathan Mungan yazmış, Müslüm Gürses söylemiş... İddialı olan ben değilim, şarkının ta kendisi. Nilüfer'i keşfettiğim o ilk zamanı hatırlıyorum. Aşık olmuştum. Kesinlikle âşık olmuştum. Şarkıyı açtım, dinledim, her sözünü kalbimde hissettim, ritmini ruhumda tuttum, göğsüm yaylılarla birlikte kalktı, indi. Beni ele geçirmesine izin verdim. Ne zaman çok güzel bir şarkıyla göz göze gelsem böyle olurum. Aşık olurum. Günlerce başka şarkı dinleyemem. Aşık olduğum şarkıya sadakat göstermem gerekiyormuş gibi hissederim. İşte Nilüfer'de de böyle oldu. Günlerce aralıksız sadece Nilüfer'i dinledim. "Geri veremezsin aldıklarını," diye bağırdım. "Sensiz ömrüm olsun," diye feryat ettim. "Müslüm" dedim, "baba" dedim... Hiçbir baba, kızını böylesine büyük bir anlayışla teselli edemezdi.
Teoman - En Güzel Hikayem Eğer biten en güzel hikayenizse... Kulaklarınız patlıyorsa sessizliğinden, yorgunluğundan ölüyorsanız... Ve ne yaparsanız yapın, olmuyorsa bazen... Teoman, en güzel hikayesine nokta konulanlar için söylüyor: "Benim de zaten hiç gücüm yok, yüzüm yok, hiç umudum yok. Ama bil ki farklı bir hayaldi, işkenceydi bazen, bazen çok güzeldi. Ama anlıyorum sesinden, kurtulmuşsun sen, nokta konmuş, bitmiş en güzel hikayem."
Ahmet Kaya - Bir Veda Havası Şarkının adından da anlaşılacağı üzere aslanlar gibi bir veda şarkısıdır "Bir Veda Havası." Ahmet Kaya'nın o güzelim buğulu sesinden zarif, asil bir veda... "Sen bir suydun, sen bir ilaçtın, hoşça kal canımın içi hoşça kal..." Bundan daha naif, daha şefkatli bir veda olabilir mi? Asıl insan ayrılırken saçını okşamalıdır geride bıraktığı sevgilinin... Tıpkı Ahmet Kaya'nın bu şarkıda yaptığı gibi.
Sibel Can - Dilenci Bu şarkıyla ilgili bir uyarı yapmak zorundayım. Listede paylaştığım şarkıların hepsi ayrılık acısını tetikleyen, insanı duygusallaştıran şarkılar fakat bu şarkı doğrudan ve kuvvetli bir şekilde acı veriyor. Sibel Can şarkıyı öyle bir söylüyor ki, sanki daha üç dakika önce hayatının aşkı tarafından terk edilmiş ve bir büyük rakı açıp stüdyoya kayda girmiş; öyle bir efkâr, öyle bir elem, öyle bir keder. Hayatımda hiçbir romantik durum yokken dahi bu şarkıyı dinlediğimde keder doluyorum. O yüzden uyarayım. Lütfen dozunda tüketiniz.
Yıldız Tilbe - Vuracak Elbette ki bu listeye sayısız Yıldız Tilbe şarkısı eklenebilir. Sevdanın her hali için bir sözü, bir şarkısı, bir diyeceği vardır Yıldız Tilbe'nin. Ama ben onca güzelim şarkısı arasından Vuracak'ı eklemek istiyorum bu listeye. Ayrılık denince aklıma ilk gelenlerden olduğu için... Bir zamanlar henüz 15 yaşında, aşkı anlamaya, öğrenmeye çalışan bir kız çocuğunun en yakın arkadaşı olduğu için...
Nazan Öncel - Bu Havada Gidilmez Ve belki de gidenin arkasından edilecek en güzel beddua: "Beni unutma, unutama inşallah!"
Levent Yüksel - Ayrılmam Ayrılığı bir veda olarak görmeyenler için... "Ayrılmam, sarılırım hayallere..." (Böyle yazınca da sanki Kral TV DJ imişim gibi oluyor. DJ miydi VJ miydi onlar her neyse... Sıradaki şarkı DJ ile VJ arasındaki farkı bilmeyenler için geliyoor...)
Zeki Müren - Gitme Sana Muhtacım Ne zaman adını duysam, resmini görsem ya da sesini işitsem, ceketimi giyip önümü iliklemek istediğim, çok sayın, çok sevgili sanat güneşimiz Zeki Müren... Adınız, tavrınız, edanız... Paşam her şeyinizle ne güzelsiniz. Ayrılık acısını bile ne zarif, ne hoş sözlerle anlatırsınız bize. Bu kederli listeyi, şimdilik sizin hoşluğunuzla sonlandırıyorum.
(Aşk Acısı Çekerken Dinlecek Şarkılar Vol2 pek yakında!...:))
(Kitap tavsiyesindeki metin ve alıntılar, kitabın gizemini bozmayacak biçimde düzenlenmiştir.)
"Benim Hüzünlü Orospularım" isim olarak erotik bir hikâyeyi çağrıştırsa da, erotizmden daha çok romantizm öğelerine yer verilen bir kitap. 2014 yılında hayatını kaybeden Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez'in yayımlanan son romanı olan Benim Hüzünlü Orospularım, akıcı ve açık üslubu, güçlü ayrıntıları ve özgün karakterleri ile büyük bir zevkle okuyacağınız, romantizm dolu bir hikaye ortaya koyuyor. Benim Hüzünlü Orospularım Konusu 90 yaşına gireceği gün, bakire bir kızla sevişerek kendisine hediye vermek isteyen yaşlı gazeteci, 14 yaşındaki Delgadina'ya aşık olur. Gazeteci, yaşının ve aşkının ağırlığını duyumsar. Geceler boyu Delgadina'yı seyre dalar.
Gabriel Garcia Marquez, karakterlerinin soluğuyla nefes alarak, onları ete kemiğe bürünmüş gerçek birer insan hâline getiren büyük yazarlık yeteneği ile benim için gelmiş geçmiş en büyük yazarlardan biridir. Benim Hüzünlü Orospularım, hem yazarın yayımlanan son romanı olması hem de bu kadar hüzünlü ve romantik bir hikayeyi konu edinmesi ile mutlaka okunması gereken kitaplar arasında yerini almıştır. Benim için çok özel olan bazı filmler ve kitaplar, aşka bakışımın özgürleşmesinde büyük rol oynamıştır. Aşkın sınır tanımayacağını, kurallarla zapt edilemeyeceğini; yasaklar koymanın, sınırlar çizmenin yalnızca hayatımızın zenginleşmesini engelleyeceğini, çok sevdiğim yönetmenlerin ve yazarların hikayeleri ile bilincimde iyice pekiştirdim. Benim Hüzünlü Orospularım da aşka bakışımı özgürleştiren önemli kitaplardan biridir. Keyifli okumalar dilerim. :) Altını Kırmızı Kalemle Çizmek İstediğim Yerler (Benim Hüzünlü Orospularım - Alıntılar) * "Kimse aldatmasın kendini, sakın, sanmasın ki daha uzun sürecek beklediği hayat, daha önce gördüklerinden." * "Hayvanlarla hiç anlaşamam, konuşmaya başlamamış çocuklarla da öyle. Sanki ruhları dilsizdir. Onlardan nefret etmem, ama onlarla pazarlık etmeyi öğrenemediğimden varlıklarına da katlanamam." * "Geminin biri kederli bir veda çığlığı attı; yaşanabilecekken yaşanmamış tüm aşkların sıkıntısını bir Gordion düğümü gibi hissettim gırtlağımda." * "Şoför beni uyardı: "Dikkatli olun, beyefendi, o evde adam öldürürler. Aşk uğrunaysa ziyanı yok, diye karşılık verdim." * "Seks, insanın aşkı bulamadığında elinde kalan bir tesellidir."
Müzik her daim hayatımızdadır. Doğduğumuz andan itibaren müziği keşfetmeye başlarız. Önce ninniler dinleriz. İlkokula geçtiğimiz andan itibaren oyun şarkılarımız olur. Birileri yağ satar, birileri bal... Bir de usta ölürse oof... Hakikaten 7 yaşındaki bebelere "Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım" diye şarkı söyletmek nasıl bir kafaydı acaba? Ben hiç anlamazdım mesela, usta kim, ölmek ne demek, yağı kaç kilodan satıyorum, 5 kavanoz bal sadece 100 TL mi? Demek istediğim şu ki büyürken birçok müzik türü keşfederiz. Henüz ortaokul yıllarında müzik zevkimiz pek gelişmemiştir; evde ne çalıyorsa onu dinleriz, hangi pop şarkıları hitse onları ezberleriz. Lise çağlarında merak duygumuz gelişir, yeni tarzlar keşfetmeye başlarız. İlk aşkımızla ve aşkın hüznüyle tanıştıysak arabeske bağlarız, anlatamadığımız isyanlarımız varsa rock'a dalarız. Üniversite yıllarında nihayet "jazz"ı keşfederiz. Ve daha da olgunlaştıkça klasik müzik isteriz. Biz tüm bu türleri keşfedip, bazen sever bazen nefret ederken kulaklarımızın her daim aşina olduğu bir müzik türü vardır. Hiç poz kesmeden kendiğimiz olabildiğimiz, akraba düğünlerinde, kına gecelerinde, kollarımızı kıvırıp parmaklarımızı şaklata şaklata göbek attığımız o canımm türküler... 3 yaşında gittiğimiz düğünde bizi piste atıp gelinin kuyruğunu tuta tuta oynatan da odur, 30 yaşında bu sefer kuyruğu tutulan gelin olarak göbek attıran da. İşte tüm bu neşeyi uyanır uyanmaz içinize çekmeniz için, damarlarında neşe dolaşan 7 harika türkümüz...
Hayao Miyazaki, benim çok sevdiğim, ne yazsa, ne çizse bayıla bayıla izleyeceğim bir Japon anime sanatçısı. Animelerinin her biri benim için çok özel. Çünkü ne zaman hayatın renksizliğinden yorgun düşsem onun capcanlı renkleriyle yeniden hayat buluyorum. Daha yalın anlatmam gerekirse diyelim ki çok yorgunum, umutsuzum, dışarıda gri bir hayat var, hayatın monotonluğundan, sertliğinden yorulmuşum; yılgın ve umutsuz hissediyorum. O zaman bembeyaz sakallı, güleç yüzlü bir babanın gelip bana masal anlatmasına ihtiyaç duyuyorum. Ve o "beyaz sakallı masal anlatan baba" benim için genellikle Hayao Miyazaki oluyor. Böylelikle yorganın altına giriyorum, (çünkü masallar yorgan altında dinlenir) Hayao Miyazaki'nin bir animesini açıyorum ve kendimi bir yandan şefkatli bir el saçlarımı okşuyor bir yandan da ben sıcak çikolata içiyormuşum gibi huzurlu hissediyorum. Böyle hissetmeye ihtiyaç duyduğunuz zamanlarda kesinlikle bir Miyazaki animesi izleyin. Umarım benim kadar huzurlu hissedersiniz... Hayao Miyazaki Animeleri Prenses Mononoke (Princess Mononoke)
Hayao Miyazaki'nin yazıp yönettiği 1997 - Japonya yapımı Prenses Mononoke, değindiği konular nedeniyle oldukça önemli bir film. Ormanı koruyan doğaüstü yaratıklarla doğaya zarar veren insanların kavgasını anlatan film, yakın geçmişte Gezi direnişine tanıklık edenler için de hayli özel olacaktır. Yürüyen Şato (Howl's Moving Castle)
Diana Wynne Jones'un aynı adlı kitabından uyarlanan Yürüyen Şato 2004 yılında gösterime girdi. Yürüyen Şato Kötülükler Cadısı tarafından ihtiyar bir kadına dönüştürülen Sophie ile yürüyen bir şatoya sahip Howl isimli yakışıklı gencin aşkını anlatıyor. Masal denince akla ilk gelenlerden. Küçük Denizkızı Ponyo
Küçük bir Japon balığı ile küçük bir oğlan çocuğunun aşkının ne kadar naif ve sevimli olabileceğini düşünün. İşte Küçük Denizkızı Ponyo'nun umut ve macera dolu hikâyesi... Ruhların Kaçışı (Spirited Away)
Ruhların Kaçışı belki de Miyazaki'nin en önemli filmi. En İyi Animasyon Oscarı'na sahip olan film, yolu sihirli bir kasabaya düşen on yaşındaki Chihiro'nun ve kasabada yaşayan doğa üstü karakterlerin hikayesini anlatıyor. Filmde olağanüstü bir hayal gücüne şahit oluyorsunuz. Metaforlar, kurgulanan doğa üstü karakterler, öykünün özgünlüğü ve zenginliği muhteşem bir seyir keyfi sunuyor. Sanata acıktığınız bir gün afiyetle tüketebilirsiniz. Komşum Totoro (My Neighbor Totoro)
Hayao Miyazaki'nin yazıp yönettiği Komşum Totoro köye yeni taşınan iki kız kardeş ve orman ruhu Totoro'nun hikayesini konu ediniyor. Günlük olayların ve hayata dair küçük detayların büyük bir naiflikle anlatıldığı film, Miyazaki'nin kendisiyle en çok özdeşleşen animelerinden biri. Küçük Cadı Kiki (Kiki's Delivery Service)
Küçük Cadı Kiki yeteneklerini ortaya çıkarmak ve kendi kişiliğini bulmak üzere ailesinin yanından ayrılarak yeni bir şehire taşınan Cadı Kiki'ni hikâyesini konu ediniyor. Film Eiko Kadano'nun aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış. Tüm Miyazaki animelerinde olduğu gibi bu filmde de masalsı bir dünya ve naiflik var. Yüreğinin Sesi (Whisper of the Heart)
Yüreğinin Sesi'ni bilerek en sona bıraktım. Bu film, ah bu film... Yazıyla birazcık ilişkisi olan her kadın için çok özel olacaktır. Kitap okumayı çok seven 14 yaşındaki Shizuku, kendisi gibi tutkulu bir gence aşık olur. Hatta bu genç belki Shizuku'dan bile daha tutkuludur. Çünkü hayallerinin peşine düşmeye çoktan karar vermiştir. Aşık olduğu gençten ilham alan Shizuku da kendi hayallerinin peşinden gitmeye karar verir ve ilk hikayesini yazmaya başlar. Bu filmi izledikten sonra dönüp 14 yaşındaki hâlimi düşünmüştüm, ilk aşkımı hatırlamıştım. :) Ve keşke Shizuku kadar şanslı olsaydım, demiştim. Aylak aylak aşk acısı çektiğim ergenlik yıllarımı ziyan etmek yerine, ben de birinden ilham alarak taa o yıllarda kendi hayallerimin peşine düşmeye başlayabilirdim. Ve bir anime karakterini kıskanmayı başardığıma göre sanırım yazıyı bitirebiliriz. İyi seyirler... :)
Yazarlar: Roald Dahl, Margaret Atwood, Flannery O'Connor, Judith Hermann, Jean Ryhs, Katherine Mansfield, Dorothy Parker, Tama Janowitz, Doris Dorrie, Hanif Kureishi, Charles Bukowski, I. Bachmann, İtalo Calvino, V. S. Pritchett, Marta Lynch, Vasco Pratolini, G. G. Marquez, D. Lessing, Alice Walker, Jhumpa Lahiri, Elsa Morante. Seçki - Derleme: Murathan Mungan Yayınevi: Metis Edebiyat (Kitap tavsiyesindeki metin ve alıntılar, hikâyelerin gizemine zarar vermeyecek şekilde düzenlenmiştir.) Kadınlığın 21 Hikayesi'ne birkaç ay önce Taksim sahaflarında rastladım. Kitabın kapağıyla göz göze geldim ve kendimi hemen ele geçirilmiş hissettim. Puantiyeli, çizgili, renkli elbiseleri; güneş gözlükleri ve dalgalı saçları ile başı dik duran iki kadın. Üstünde de "Murathan Mungan'ın seçtikleriyle" yazıyor. Kim kadınları Murathan Mungan'dan daha iyi tanıyabilir ki? (Yüksek Topuklar'ı okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır) Daha kapağı görür görmez beni nasıl zengin hikayelerin beklediğini anlayıp hemen kitabı okumaya koyuldum. Kitabın Konusu Kitapta hikayesi bulunan yazarların çoğu kadın olmakla birlikte Gabriel Garcia Marquez, Charles Bukowski, Roald Dahl gibi önemli erkek yazarların da kadınlara ilişkin hikâyeleri bulunuyor. Hikâyelerin konusunu ve kitabın söylemini Murathan Mungan'ın önsözünden bir alıntıyla belirtelim: "Bir ömre denk düşen zamandizisel bir sıralama olmamakla birlikte, kadınların çocukluklarından yaşlılıklarına ömürleri boyunca içinde yer aldıkları çeşitli durumları gösteren öyküler bunlar; yaşam boyu verdikleri var olma savaşı; anne, eş, kız, çocuğu, sevgili, metres olarak sürekli kendilerini bir erkek üzerinden tarif etmenin ağır, uzun yolu; bu uğurda onları çoğu kez karşı karşıya getiren ilişkilerin eşitsiz aritmetiği... Hepimizin bildiği hikâyeler işte!" Kadınlığın 21 Hikayesi tam da kitapla göz göze geldiğim o ilk an anladığım gibi, şimdiye kadar okuduğum hikâye kitapları arasında en sevdiğim oldu. Ana kahramanı kadınlar olan hikâyeleri çok sevdiğimden mi, Murathan Mungan ne yazsa ya da ne seçse güle oynaya okuyacağımdan mı bilemiyorum. Seçkinin her hikayesinden apayrı zevkler aldım ve hikayesine şahit olduğum her kadında kendime dair yeni bir şey keşfettim. Kadınları anlamak isteyen erkeklere ve kendini daha iyi tanımak isteyen kadınlara Kadınlığın 21 Hikayesi'ni okumasını şiddetle tavsiye ederim. Altını Kırmızı Kalemle Çizmek İstediğim Yerler (Kadınlığın 21 Hikayesi- Alıntılar) * Fötr şapkalı adam dışarıda beni bekliyordu. İçki içmek için ona katılmamı istedi. Otelde kalıyor olmalıydı. "Hayır teşekkürler," dedim, "başka biriyleyim," diye ekleyerek. Bunu onu yumuşatmak (kadınlar her zaman kendilerini tavlamak isteyen erkekleri reddettiklerinde onları yumuşatmak zorunda olduklarını hissederler) söylemiştim. (Margaret Atwood'un Tokalar öyküsünden) * "Almanya'daki kadınlar hakkındaki yazıyı okudun mu? Diyor ki, orada koku, kolonya, tırnak cilası gibi şeyler bulamıyorlarmış. "Ne diyorsun? Vah, zavallılar!" "Ne yazıyor, biliyor musun? Hitler'in ilk yasakladığı şey tırnak cilasıymış. Öyle başlamış. Herhalde bir nedeni, yani bir bildiği vardı değil mi?" "Niye bir bildiği olsun?" diye sordu Audrey. "Çünkü," dedi Monica, "eğer bir kadında güzel olmadığı duygusunu uyandırırsan, döküntü ve kılıksız olduğu kanısını yerleştirirsen, artık onu istediğin köşeye sıkıştırırsın... genellikle. İşe tırnak cilasıyla başlanabilir, tamam mı? Bak ne diyor: 'Tüm yaşlı ve orta yaşlı kadınlar son derece mutsuz görünüyorlar. Utanç içinde, kaçarcasına dolaşıyorlar ortalıkta.' Aynen böyle diyor." (Jean Rhys'in Böceklerin Dünyası öyküsünden) * "Güzelliğinle neden uğraşıyorsun? Kabullensene!" "Başka bir şey gördükleri yok da ondan. Bir bok değil güzellik. Uçar gider. Çirkin olduğun için talihlisin. Biri seninle ilgilendiğinde başka bir şey için olmadığını biliyorsun." (Charles Bukowski'nin Kasabanın En Güzel Kızı öyküsünden) * "Bir arkadaş istedi. Şu anda konuşacak birine fena halde ihtiyaç duyuyordu. Gidecek bir ev, şöyle içinde aile olan bir ev, karı koca, çocuklar, oyuncak dolu odalar istiyordu; karı kocanın ön kapıda kollarını boynuna dolayıp "Anna! Seni görmek ne güzel! Ne kadar kalabileceksin? Bir hafta mı, bir ay mı, bir yıl mı?" diye bağıracakları bir ev istiyordu." (Roald Dahl'ın Son Perde öyküsünden)
Yazar: J. D. Salinger Kitabın orjinal adı: The Catcher in the Rye Kitabın Türkçe adları: Çavdar Tarlasında Çocuklar, Gönülçelen (Kitap tavsiyesindeki metin ve alıntılar, kitabın gizemini bozmayacak şekilde düzenlenmiştir.) Size vereceğim ilk kitap tavsiyesi, en sevdiğim kitaplardan biri olan Çavdar Tarlasında Çocuklar... Bazen biriyle hayat hakkında küçük şeylerden sohbet etmek isteriz; çok ciddi olmayan ama hafife de alınmayacak konulardan; gündelik telaşlardan, aklımıza takılan küçük sorulardan, insanların iyi ve kötü yönlerinden... Büyük laflar etme kaygısında olmadan dişe dokunur şeyler söylemek isteriz. İşte Çavdar Tarlasında Çocuklar tam olarak böyle bir kitap. Size büyük felsefeler vaat etmiyor, unutulmaya yüz tutmuş kelimelerle sayfalarca betimleme yaparak edebiyat pozları satmıyor, kurgu kaygısında hikâyesini eğip bükmüyor, dümdüz anlatıyor derdini. Keyifle, muhabbetle, yanında bir fincan kahve eşliğinde. Çavdar Tarlasında Çocuklar Kitabı Konusu Çavdar Tarlasında Çocuklar'ın ana karakteri, çevresindeki dünyadan memnun olmayan, özgür ruhlu, iyi kalpli, 16 yaşında bir çocuk: Holden Caulfield. Holden, okuduğu okullarla ve çevresiyle uyum problemleri yaşıyor. Ergenlik sancıları diyebileceğimiz çeşitli problemler de bu sorunlara tuz biber olunca, ortaya büyüme ve kendini bulma sürecini anlatan muazzam bir hikâye çıkıyor. Ben kitabı birkaç yıl önce iki günde okuyup bitirmiştim. Ve bittiğinde kendimi yeni bir arkadaş edinmiş gibi hissetmiştim. :) Çünkü Holden'ın yalnızlığı, çekingenliği ve duyarlılığı bana hep sevdiğim şeyleri çağrıştırmıştı. Naif bir çocuğun dünyasına tanıklık ediyor olmanın yumuşaklığını hissetmiştim. Sizin de böyle bir naifliğe ihtiyacınız varsa Çavdar Tarlasında Çocuklar'ı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Kitabın üslubu son derece açık ve anlaşılır. Hikaye kolayca okunabiliyor, hatta su gibi akıyor. Ve bittiği zaman kendinizi, çok sevdiğiniz bir arkadaşınızla birkaç saat güzelce sohbet etmişsiniz, birlikte hayata dair küçük ama önemli detaylar keşfetmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Yani en azından ben öyle hissetmiştim. :) Keyifli okumalar dilerim... Altını Kırmızı Kalemle Çizmek İstediğim Yerler (Çavdar Tarlasında Çocuklar - Alıntılar) * "Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim, diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir." * "Bir şeylere üzülüyorsam, tuvalete gitmem gerekse bile gitmem. Üzülmekten gidemem. Üzülmeyi bırakıp gidemem." * "Ona geri zekâlı demenizden nefret ederdi. Zaten bütün geri zekâlılar kendilerine geri zekâlı denmesinden nefret ederler." * "Lanet filmler. Sizi ne hale getiriyorlar. Şaka etmiyorum." * Bir bakıma, biraz da moral bozucuydu, çünkü durmadan hepsinin başına ne rezillikler gelecek diye meraka düşüyordunuz. Yani liseden veya üniversiteden sonra. Herhalde çoğu, sersem heriflerle evlenecek diyordunuz. Hep o lanet arabalarının mil başına kaç litre benzin yaktığından bahseden herifler. Hiç kitap okumayan herifler."
Her kitap kurdunun mutlaka bir "kitap okurken dinlenecek müzikler" listesi olmalıdır. Özellikle benim gibi sessizlikten hoşlanmayan insanlardansanız, kitap okurken mutlaka fonda bir müziğe ihtiyaç duyarsınız. Kitap okurken müzik dinlemek bence daha iyi odaklanmayı ve okunan hikâyelerden daha çok keyif almayı sağlıyor. Bu yüzden kendi "kitap okurken dinlenecek müzikler" listemi her zaman yeni parçalarla genişletmeye çalışıyorum. Bazı insanlar kitap okurken müzik dinlemek yerine sessizlik içinde kitaplarına gömülmeyi tercih ederler; çünkü sessizlikte daha iyi odaklanırlar. Ama ben kendimi yalnız hissetmekten ölesiye korktuğum için kitap okurken de odada mutlaka bir ses olmasını isterim. Tabii bu ses kitabıma odaklanmamı engellememeli; aksine kitaba odaklanmamı kolaylaştırmalı, okuduğum hikâyeyi müziğin gücüyle daha da etkileyici hâle getirmeli. Bu yüzden "Kitap okurken dinlenecek müzikler" listeme daha çok klasik müzik eserlerini ekliyorum. Böylece hem edebiyata hem müziğe aynı anda sarılmış oluyorum. :)
İşte benim kitap okurken dinlenecek müzikler listem... Philippe Jaroussky - Vivaldi - Aria: Philippe Jaroussky 1978, Fransa doğumlu bir soprano kontrtenor. 11 yaşından beri keman, 5 yaşından beri piyano çalıyor. Jaroussky'nin sesini ilk duyduğumda, hani âşık olurken hissettiğimiz o "bütünüyle ele geçirilme, yakalanma" duygusu vardır ya, işte tam olarak onu hissettim. Hâlâ da her dinlediğimde aynı şeyi hissediyorum. Son derece pürüzsüz ve duygulu bir sesi var. Bu yüzden kitap okurken dinlenecek klasik müzikler listemde de ilk sırada yer alıyor.
L'orgasme Musical - Philippe Jaroussky, Alto Giove: Philippe Jaruoussky'nin sesinden dinlemeyi sevdiğim ikinci harika parça da budur. Özellikle kitap okurken fonda bu parçanın çalıyor olmasını çok seviyorum.
Ravel - Bolero: Listemin üçüncü sırasında Ravel'in Bolero'su var. Ağır başlayan ritim, yavaş yavaş köpüren bir dalga gibi güçlendikçe güçleniyor.... Ve ben çevredeki bütün sesleri susturup odayı yalnızca bu ritimle doldurmayı çok seviyorum. Ve ne zaman kitap okurken bu parçayı dinlesem, hikâyenin daha da şiddetlendiğini, kahramanların kendilerini daha çok açığa çıkardıklarını ve düğümlerin teker teker çözülmeye başladığını hissediyorum. Belki de her seferinde böyle denk geliyordur. :)
Pachelbel Canon in D Major: Bu parçayı dinlerken kendimi, -meşhur bir tablodaki- denizi üstüne örtüp kumsalda uzanan kadın gibi hissediyorum. Dalgalar üstümden bütün yükümü alıyormuş, deniz beni sarmalıyormuş; ferah, temiz, yeni bir gün başlıyormuş gibi. :) Çok rahatlatıcı, dinlendirici bir parça olduğu için zihnimin boşalmasına da yardımcı oluyor ve okuduğum kitaba daha iyi odaklanmamı sağlıyor. Bu yüzden kitap okurken özellikle bu eseri dinlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.
Khachaturian Gayaneh Suite - IV. Lullaby: Bu parçanın müthiş bir hissiyatı var. Nasıl anlatsam... Her ne okuyorsanız, her ne hayal ediyorsanız, onu daha kuvvetli hissetmenizi sağlayacaktır.
Por una Cabeza - Carlos Gardel: Eğer romantik bir kitap okuyorsanız bu parçayı tekrara alın ve sıkılmadan saatlerce dinleyin derim. Tutkuyu, aşkı, romantizmi çağrıştıran ritimleri ile okuduğunuz kitabı taçlandıracaktır.